Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Ağustos 2011 Pazartesi

  
Rize’nin
Halk Edebiyatı


İÇİNDEKİLER

5.4.1.Halk Şiiri
5.4.2.Destanlar
5.4.3.Türküler         
5.4.3.1.Atma Türkü
5.4.3.2.Kadıbağı                                                                                                                               
5.4.3.3.Selim Sayma   
5.4.3.4.Dörtlü Türkü
5.4.4.Maniler    
5.4.5.Muamma                                                                        
5.4.6.Masallar ve Efsaneler
5.4.7.Tekerlemeler                                                                                                                           
5.4.8. Öz / Özlü Sözler                                     
5.4.9.Hikayeler                                                             
5.4.10.Mesel Bilmece



Rize'de yaşayan halkın kültür hayatı, kendine özgü karakteristikler arz eder. Fetih öncesi ve sonrası bölgeye  yerleşen Türk boy ve oymakları, burada zengin bir kültür ortamı oluşturmuşlardır.

1843 yılında Rize'ye gelerek ;  başta Cimil ile Hemşin olmak üzere köyleri ve dağları gezip,halkın misafirperverliğine hayran kalan Fransız Prof. Karl Koch şöyle demektedir. "Bunlar, en eskilere dayanan konukseverliğin son kalıntılarıydı. Bunu , uygar Avrupa yavaş yavaş çıkarıp atmıştı. Yabancı ağırlama gereksinimi, bu ülkelerde konukseverliğin gerektirdiği tek amaçtı.
Ad ve rütbe fark etmeyen unsurlardı."

Halk kültürü; toplumların gereksinimleri için, genellikle dış etkenlerden uzak kendi  koşul  ve olanakları ile meydana getirdikleri maddî ve manevî eserlerin toplamı olarak anlatılır. Bu bakımdan kültürel değerler ,yerleşim bölgesinin çevresel koşulları ve bu koşullarla sürekli etkileşim içinde olan insan doğasının sentezi olarak ortaya çıkar.Çevre, insanıyla, tabiat özellikleriyle bu eserlerde belirir.
Bu nedenle toplumların duygu ,düşünce, güç  ve yönelişlerini anlaya bilmek, halk kültürü eserlerinin incelenmesiyle mümkündür.Rize yöresini en iyi şekilde  yansıtan halk kültürü eserleri bu yönden büyük bir önem taşır.

Halk Kültürü Eserleri: kullanılan malzeme esas alındığında iki şekilde incelenir: söze, davranışa ve sese dayanan "manevî eserler" ; beslenme, giyinme, barınmaya, kısaca yaşamaya yönelik ve maddi varlıkları kullanmak suretiyle ortaya konan "maddi eserler.

Manevi eserler şiir, hikâye, masal, mesel, tekerleme, gelenek, görenek, halk hukuku ve halk hekimliğinden oluşur.

5.4.1.HALK ŞİİRİ:

Şiir, düşünce unsurunu kapsamakla birlikte, ağırlıkta olan  duygu ve heyecan yönünü ile de ; insan davranışlarını, iyi ve güzel doğrultusunda düzenlemeyi amaçlayan bir sanat dalıdır.                        
Bir başka deyişle şiir yazmak ve okumak; insanı duymak, sevmek, anlamak ve anlatmak anlamını taşır. Aynı zamanda şiir, insanları iyilik ve güzellik duyguları etrafında kaynaştırır.

Onun içindir ki şiir, yazan açısından olduğu kadar okuyan açısından da duygu ve heyecan ihtiyacını karşıladıktan başka insanı sevmek alışkanlığını kazandırır.  
Genelde; şiirde  duygu ve heyecan birinci derecede ele alınmakla birlikte,  Rize halk şairi destan ve türkülerinde, bilgi ve düşünceyi duygu ve heyecanın önünde tutmaktadır. Ancak şiirin temel unsuru olan duygu ve heyecanların, özellikle aşk duygusunun bir yana bırakılması söz konusu değildir. 
Bunun nedenini  yörenin coğrafi  koşullarında  aramak gerekir. Rize, sıra dağlarla Orta ve Doğu Anadolu'dan ayrılmaktadır. Dar bir kıyı şeridini hemen arkasında dağlar ve tepeler yükselir. Bol yağmur ve ılık bir iklim sayesinde ağaçlıklı ve canlı bir bitki örtüsü yörenin özelliğini oluşturmaktadır. Böylece tabiatın en güzel iki rengi, mavi ve yeşil sürekli biçimde yan yana yaşanır; ayrıca arazi yapısı son derece engebelidir. Rize halk şiiri,böyle bir çevrede ömür süren insanların eseridir. Bir tarafı deniz, bir tarafı dağlık olan yağmurlu bir tabiat ortasında hayatını sürdürmek zorunda olan insanın çetin bir mücadeleyi göze alması gerekir; dalgalarla ve bayırlarla, dik yamaçlarla cenkleşerek geçim sağlamak kolay değildir.
Böyle bir mücadelenin başlıca vasıtası kuşkusuz bilgi ve düşünce olacaktır. Bilen, düşünen,gerekli maddi ve manevi  her türlü olanağı yerinde ve zamanında yaratabilen ve kullanabilen insan , engelleri aşarak varlığını sürdürebilir.

Yaşamsal mücadelede başarının koşulu ; önceden önlem almak ve ölçülü olmaktan geçer. Bilgi ve düşünce gerekli  önlemlerin  alınmasını, davranışların ölçülü ve sınırlı tutulmasını sağlar.
Kıyı insanı, deniz gibi, çoğunlukla en ufak bir etken karşısında birden eyleme geçmek niteliğine sahiptir. Onun için Rize halk şiiri ; doğa  ve insan yapısıyla uyum sağlayan bir sanat dalı olarak kendini gösterir. Bu durum destan ve türkülerde daha çok belirginleşir.
Rize ve çevresinde zengin bir türkü-mani söyleme geleneği vardır. Mesela, Çayeli'nin her iki tarafından akan derelerden biri Şairler deresi, diğeri ise Aşıklar deresidir. Bu durum şiirin ne kadar yaygın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. türkülerin ise belirli konuları yoktur ve şair içinden geldiğini gibi düşüncelerini seslendirir.

5.4.2.DESTANLAR:

Destanlar ;dörtlüklerden oluşan uzun şiirlerdir.  Mısralar (6+5) 11 hecelidir; birinci dörtlüğün 1-3, 2-4 mısralarıyla, öteki dörtlüklerin 1,2,3 mısraları kendi aralarında, her dörtlüğün 4. mısrası, birinci dörtlüğün 2-4 mısralarıyla kafiyelidir. Açıklanan şekillere uymayan destanlar bulunmakla birlikte Rize halk şiirinde uygulanan genel kural budur.

Genellikle destanlarlarda  ; savaşlar,  deniz faciaları , kahramanlıklar gibi toplum üzerinde iz bırakan önemli  olaylar ve sevda ilişkileri dile getirilir.
Destanların en eskisi  ; 1313 (1897) "Osmanlı - Yunan Savaşı"na ilişkindir.  Cephede kazanılan savaş müzakere masasında yitirilmiştir. Bu da; Yunanlıların yanında yer alan Batılı ülkelerin ,Avrupa dışındaki ülkelere karşı her zaman uyguladığı iki yüzlü siyasetin sonucudur.
Bu yöntemi daha o zamanlarda görebilen Çayelili şairimiz şöyle diyor:

Devletlere hemen haber erişti,
Cümlesi birden telâşa düştü,
Harp sefineleri çabuk yetişti,
Abluka ettiler bütün odayı.

Kahramanlık cephede savaş, cephe gerisinde, hele silâhsızlara karşı sevgi ve şefkat anlamını taşır; askerlik mücadele ruhuyla birlikte üstün insan niteliklerinden oluşur. 

Bir başka  destan, memleketin dününü ve yarının isabetli şekilde anlatan fikir kümesidir. Şair Ebubekir'i El-fakir bu destanda bir çeşit yağma ve soygun düzeni olan Batı sömürgeciliğini ve memleketin geleceğini şöyle anlatır:

Çinko, tas, tencere ortalığı aldı              Şair ecnebiye mümayun olsun,
Avrupa defineyi buradan aldı,                Fabrika şirketler inşaat olsun,
Bizim tükenecek akçemiz mi var ?        Hazineye malik milletimiz var.

Deniz faciaları Rize destanlarında geniş yer tutar; batan motorların, vapurların hikâyelerini Rize halk şairleri acı bir dille anlatırlar; halk da bu destanları hem okur, hem ağlar. 

Mehmet Girit'in 1937'de Kefken açıklarında batan "Hisar" gemisi için yazdığı  destandan bir dörtlük :

Hacı Baba her gün yoluna bakar,
"İbrahim" deyince yaşları akar,
Kardaşların ağlar, yürekler yakar,
Aduni işiten dua eyledi.

Bir de Ali Sükas'ın Refah Destanı var. İkinci Dünya Savaşı sırasında Akdeniz'de bir denizaltı tarafından batırılan Refah vapurunda 167 denizcimiz hayatını kaybeder. Bu facia için yazdığı destanda Ali Sükâs şöyle der:

Bu kadar insanın yok bir mezarı,
Kimden almış iduk bu intizarı,
Hiç olmaz cenazem çıksa dışarı,
Derdum, toprağumuz bundan olacak.

Rize'nin Destanı'nın konusu;  aşk, yöredeki adıyla sevdadır.
Rıza, akrabası ve komşusu Şerife'yi sevmektedir. Fakat bu aşk iki genç arasında kalmıştır. Yağmurlu bir günde, annesinin üzüm toplamak üzere çıktığı ağacın altında bekleyen Şerife'ye yıldırım çarpar; genç kız bu yüzden ölür. Rıza, bu olay üzerine acılarını bir destanla dile getirir. Destandan bir dörtlük:

Bülbülcüğüm benim dalda dururdu;
Bazı bazı bahçelerde yürürdü;
Bahçede menevşe meğer kurudu,
Bu da ol Hüdanın emrü fermanu

5.4.3.TÜRKÜLER:

Rize halk şiiri geleneğinin ikinci türü türkülerdir.Türkü sözü, bir şiir öteki de atma türkü olmak üzere iki anlamda kullanılır. Birinci anlamda türkü şairin tek başına söylediği ya da bir yakınına, dostuna, ya da meslektaşına mektup biçiminde yazarak gönderdiği şiirlerdir.
Türküler şekil itibariyle yedişer heceli beyitlerden oluşur. Kafiye bakımından da beyitlerin birinci mısrası serbest, ikinci mısraları birbirleriyle kafiyelidir; türkülerin beyit sayısı sınırlı değildir; çok uzun olabilir. Bu husus konuya ve şairin takdirine bağlıdır.

Türkülerin belli konuları yoktur. Şair türkülerinde dilediği olayı ve düşünceleri ele alabilir. Türkü dalında en çok örnek veren şairlerinden biri Ömer Çom'dur. Şairimiz, gurbet hayatında çektiği acıları memleketteki bir dostuna mektupla şöyle anlatır:

Ömrümün geçurmedum,
Dertsuz bir saatini.
Bir mektup yazun bana,
Yollayım kağıdını.
Mektup yazmak adamun,
Kaçurmaz rahatini.

Bir genç adamın evlenme türküsü var.
Baba oğluna;
"Naylayı bitir ,seni evlendireceğim"der.
(1) Delikanlı heyecanla işe girişir, Naylayı bitirir. Fakat baba evlenme konusuna bir daha değinmez.
Bunun üzerine delikanlı şöyle yakınır.

"Baba kandurdi beni,
Yolladı beni işe.
Bende gittum da girdum,
On beş karış kirişe.
Ne zaman nayla bitti,
Ne evlenmek, ne bişe...

5.4.3.1.Atma Türkü:

Karşılıklı türkü ya da karşı beri türkü adlarıyla anılan ikinci tür türkü; Rize bölgesine özgü bir şiir şeklidir. İki şair arasında karşılıklı olarak söylenir; biri söyler, öteki de karşılık verir; şiir böylece akıp gider.

Atma türkü karşılıklı olarak söylenen kümelerden oluşur; kümenin birisi bir şaire öteki de karşıdaki ikinci şaire aittir. Kümeler kural olarak iki mısradan oluşur, dolayısıyla beyitler halindedir. Şairin birisi bir beyit söyler, karşıdaki de yine beyitle cevap verir, kümelerin birden fazla beyitten ya da ikiden fazla mısradan oluşması mümkündür. Mısraların hece sayısı yedidir. Kafiye yönünden her beyitlin birinci mısrası serbest, ikinci mısrası ilk beyitlin ikinci mısrasıyla kafiyelidir.

Atma türkü başta düğünler olmak üzere değişik amaçlarla düzenlenen şenliklerde ve toplantılarda söylenir. Bunun için iki topluluk, iki kol oluşur. Her kolun başında bir şair bulunur. Buna kolbaşı ya da türkücü denir. Kola giren öteki kişilerde ses vermek suretiyle ona yardım ettikleri için (kürekçi) adını alır.
Atma türkü, o anda şairin içinden doğan duygu ve düşüncelerin dile getirilmesi suretiyle, eski deyimiyle, irticalen söylenir. Türküyü ilkin kolbaşı bulur, sonra yanındakilere fısıldar, arkasından hep birlikte, musiki terimiyle koro halinde ortaya koyarlar. Birinci kol türküyü bitirince ikinci kol da ayrı yöntemle, yine beyit halinde karşılık verir. Bu suretle söylenen atma türkü çok uzun olur; bütün bir gün, bütün bir gece sürebilir.

Kol halinde türkü söylenirken çalgı yoktur. Kendine özgü havası olan atma türkü, aynı zamanda çalgı işini görür. Türkü söylenirken horon edilmez; halka şeklini alan iki kol, atma türküsünün havasına uyarak ağır ağır döner.
Atma türkü, düğün ve benzeri şenlikler, toplantılar dışında da söylenir. Şairlerin zaman zaman karşı karşıya gelmek suretiyle türkü söyledikleri de olur. Bunların dışında şairlerin ya da yetenekli kişilerin günlük hayatı içinde atma türkü söylediklerine de rastlanır.

Atma türkü çoğunlukla erkekler arasında söylenir. Bununla birlikte erkeklerle kadınların yada sadece kadınların kendi aralarında atma türkü söyledikleri olur.
Atma türkü aynı zamanda şairler için bir çeşit imtihan alanıdır. Hangi şair karşısındakini susturur, cevap veremez hale getirir, özel deyimiyle, tutturursa o şair usta sayılır. Bu durum kadıbağında daha iyi belirir.

5.4.3.2.Kadıbağı:

Eskiden düğünlerde en heyecanla beklenen an halk şairlerinin karşı karşıya geldikleri ve atma türkülerle atıştıkları an dı.Atma türkü söylemek için Kadıbağı denilen bir Halka oluşturulur Kadıbağına katılanlar kol kola ve sallanarak ve hiç bir çalgı çalınmaksızın ve horon da oynanmaksızın ağır ağır dönerler.
Kadıbağı bir çeşit imtihan olduğu için türkücüler birbirini iğneler, birbirinin zayıf tarafına yüklenirler. Bir örnek verelim. Kadıbağında bulunanlardan birinin gelini erken doğum yapar, düğünden itibaren dokuz ay dolmadan çocuk dünyaya getirir. Ollay üzerine Hanif oğlu Memiş şöyle der:

"Burası sulak yerdir;
Tez doğurur oğlaklar."

Kusurlarının, eksikliklerinin yüzüne vurulmasını istemeyenler kadıbağına giremezler. Atma türküde insan ve toplum hayatının bütün meselelerine, çeşitli düşüncelere yer verilir. Ayrıca usta olmak isteyen şairler ; karşısındakinin, zayıf tarafını ele almak, kendi yeteneğini göstermek suretiyle alt etmeğe çalışırlar. Örnek olarak İnce Ali'yle Mustafa'nın karşılıklı olarak söyledikleri türküyü okuyalım:


İnce Ali
Adum Ali'dur Ali,
İnce giderum ince.
Mustafa
Remezene doğmişim,
Yirmi yedinci gece.
İnce Ali
Ne tatlı yemek olur,
Suti katınca prince.
Mustafa
Derler sırat köprisi,
Kıldan incedir ince.
İnce Ali
"Ne suval verecesun
O sıratı geçince. "
(1)

Atma türkü ;Halk Edebiyatı'nda yaygın olan atışma türüne benzer. Köken itibariyle de atma türkü Orta Asya'ya kadar uzanır. Gerek Divan-ı Lugat'it Türk'te gerek Kutadgu Bilik'de karşılıklı olarak yapılan konuşmalar ve söylenen şiirler vardır.

5.4.3.3.Selim Sayma:

Rize'nin doğu ve batısında, iç ve sahil kesimlerinde yaygın olarak görülen ve bir gelenek olan Selim Sayma, düğünlerde söylenen önemli bir şiirdir
Bu şiirin söyleniş ortamı ve şekli şöyledir: Düğünde gelin eve getirildiğinde önce Selim Sayma için ateş ocağı çevresinde bir halka oluşturulur. Üzerinde yemek pişirilen tömelye taşı sökülerek  ortaya getirilir.  Selim Saymaya başlanır. Selim Sayma, bu başlığı taşıyan şiirin koro halinde, kendine özgü bestesiyle söylenmesidir. Selim Saymaya öncülük eden bir halk şairi veya , İki ya da üç kişi topluluğun başına geçer ve Selim Sayma başlıklı şiiri özel bestesiyle söyler ve aralarda nakarat kısmı koro tarafından tekrarlanır.Genelde şairin söylediği kısım ile koronun tekrarladığı nakarat birbirini tamamlayan bir dörtlüğü andırır. Selim Saymanın nakarat kısmı şöyledir .

Helessa yelessa
Heyamola hessa ho

Bu sırada çatıya doğru tabancalar atılmaya başlanır. Kazaya meydan verilmemesi için topluluk uyarılır:

"Yukarıda kimse durmasın !
Kiremitler aşağıya inecek ! "

Selim sayma kısmından sonra genelde atma türkülerle düğün ve eğlence devam eder.
Selim Sayma kümelerden oluşur. Kümeler iki kısımdır; birinci kısım 3 ya da 4 mısradır. İkinci kısım her kümeden sonra tekrarlanan nakarattır. Mısralarda hece sayısı 8'dir. Genellikle 4. hecelerde durak vardır; durakların 5. hecede yapıldığı da olur. Kafiye şöyledir: 3 mısralık kümelerde her üç mısra birbiriyle kafiyelidir; 4 mısralık kümelerde ise 1, 2 ve 4. mısralar birbiriyle kafiyelidir; 3.mısra serbesttir. Her üç yada 4 mısradan sonra nakarat tekrarlanır.

Yalnız erkekler arasında söylenen Selim Saymada dönmek yoktur; herkes, başka bir deyimle, halkayı oluşturanlar oldukları yerde dururlar. Selim Sayma belli bir şair tarafından söylenmiş değildir; ortak bir şiirdir. Baştakiler daha önce söylenmiş olan kümeleri tekrarlayabilecekleri gibi yeni kümeler de ekleyebilirler. Böylece düğünlerin özelliği sayılan Selim Sayma uzun bir şiir halini alır.

Selim Saymayı atma türkü izler; Selim Saymadan atma türküye geçilir. Bu bakımdan Selim Sayma, uzatma halinde türküye zaman kalmayacağı için, alışılmış ölçüde bırakılır, gereğinden fazla sürdürülmez.
Selim Saymanın bir kümesi şöyle:

İşte geldik, başlayalım,
Eyva, trunci taşlıyalum,
Bu yıl bunda kışlayalım.

 Nakarat:
Helessa yalessa
Heyamola hessa ho...

5.4.3.4.Dörtlü Türkü:

Dörtlü Türkü  ; Rize halk şiirinde geniş yer tutan ,7 heceli  4 mısralı, birbirine bağlı olmayan, her biri ayrı bir düşünceyi kapsayan şiir kümeleridir .   
1 ve 2. mısralar doldurmadır. Asıl düşünce 3 ve 4. mısralarda toplanır. Kafiye yönünden 1 ve 2. mısralar serbest 2 ve 4. mısralar birbiriyle kafiyelidir. Manilerden farkı budur. Çünkü manilerde 1, 2 ve 4 mısralar birbirleriyle kafiyelidir; 3. mısra serbesttir. Dörtlü türkülerde değişik düşünceler anlatılır.
Dörtlü türküye örnek:
                                                                                                                                     
Aldı bir ince yağmur,
Paklar evun kirini.
İki katar eltiler,
Buldiler birbirini.

5.4.4.MANİLER:

Şekil yönünden Halk Edebiyatı örneklerine uygundur; başta sevgili ilişkileri olmak üzere değişik düşünceleri kapsar. Aynı zamanda bölge şartlarından gelen özellikler de manilerde yansır. 
Bir mani örneği:

Atma beni vurursun,
Kız kolların kurusun.
Funduk bahçelerinde,
Arar beni bulursun.

5.4.5.MUAMMA:

Halk Edebiyatı nın  yaygın bir geleneğidir..Bu yöntemle şairler birbirlerini imtihan ederler. Rize halk şiirinde bu geleneğin de örneği şöyle:

Şair Yunus Ketenci, Ali Osman Girit'e sorar:
Kuşladan hangi kuştur,
Süt verir yavrusuna ?
Ali Osman Girit'in cevabı:
- Akşamdan dolanıyı,
Evunun kapısına.

Cevap, yarasadır. Yarasa memeli kuştur. Rize yöresinde, özellikle yaz akşamları yarasalar alaca karanlık bastıktan sonra ortalıkta dolaşırlar, dallara, damlara, saçaklara konarlar. Bu bakımdan cevap doğrudur.

5.4.6.MASALLAR VE EFSANELER:

Kurbağa masalı: Atlıya atlıya gittiği için kurbağaya geçmiş dönemlerde patakıça derler ve şu masalı anlatırlarmış.Kadının biri akşam evine giderken patakıçaya basmış, fakat fark edememiş.Arkasından jandarmalar gelmiş. Kadını alıp mahkemeye götürmüşler.Mahkeme edenlerle kadın arasında şu konuşma geçmiş

Muhakeme edenler- Sen adam öldürdün.
Kadın -Ben adam öldürmedim.
Muhakeme edenler -Yemin eder misin?
Kadın -Yemin ederim, ben adam ezmedim; patakıçaya bastım.
Muhakeme edenler -Yarın ne öldürdüğünü görürsün.
diyerek kadını serbest bırakmışlar.

Ertesi günü kadın bakmış ki ağaç dalında bir patakıça asılmış. Meğer kadın cine basmış; muhakeme edenler de cinmiş.

Bundan başka yine cin, peri, deniz kızı, su perisi masalları vardır.
Rize'nin bir mahallesinde küçük çağlayanla ilgili olarak şöyle bir masal anlatılır
Bir gece Pazardan geliyordum. Baktım orada, suyun altında bir kız var.Çok güzel. Saçlarını yıkıyor.  Yanına yanaştım, hiç kaçmıyor. Elimi sürdüm; bir şey demedi. Sonra eve gelirken bana öyle bir tokat vurdu ki.

Başka birisi gençlik çağlarında kıyıda gezerken belden aşağısı balık, yukarısı kız olan deniz kızını gördüğünü söyledi.Yine bazı yerlerde cinlerin, perilerin bulunduğuna inanılırdı, "Sahipli" denen bu yerlerden geçmenin tehlikeli olduğu söylenirdi.

Pilâv Dağı Efsanesi: Efsaneye göre İstanbul Boğazı açılmadan önce çevre denizle kaplıymış.Sular Büyükdere (Çayeli'nde bir dere) yönünden Haremtepe eteklerine kadar gider, yerden 150 metre kadar yükseklikte bulunan kayalara çıkarmış. O zamanlarda gemiler buralara gelir, palamar adı verilen halkalara bağlanırmış. İstanbul Boğazı açılınca sular çekilmiş demir halkalarda görünmez olmuş. Bu halkaların bulunduğu yerde Katarahlı ya da Kataraklı deresinin yatağı varmış. 

Obur Hikâyeleri :Obur,hortlakarşılığı olarak kullanılır. Ölülerin geceleri mezarlarından çıkarak dolaştıklarına,evlere girdiklerine inanılır.  Ölüler,özellikle kötü ruhlar,geceleri mezardan çıkarlar,beyaz örtüye,daha doğrusu kefene bürünürler,mezarın üstüne otururlar,ortalıkta dolaşırlar,çeşitli kılığa girerlermiş.Buna göre uğrama obur, tabutu sırtında gezen obur diye adlandırılırlar. Oburlar şekil değiştirirler, kedi, keçi, öküz olur, insanın önüne geçer, arkasından yürür, ortalık ağarınca da mezara dönerlermiş. Genellikle mezarlıklarda bulunduğuna inanılan oburların yollarda dolaştıkları da söylenir. Geçmiş dönemlerde, elektriğin bulunmadığı yolların, kırların karanlık ve tenha olduğu zamanlarda arkasında oburun geldiğini,keçi,kedi,öküz biçimine girerek önünden yürüdüğünü,sonra birden kaybolduğunu anlatanlara rastlanır.

Bir örnek verelim:
Adamın biri su almak üzere pınara gider.Dönüşte karanlıkta önüne bir öküz çıkar; boğuşmaya başlarlar; böylece kıyıya kadar gelirler.Öküz orada adamı denize atar ve kaybolur, adam da ıslanır. 
                                                                                                                   
İnanışa göre oburlar; kapılarda ağlar, iğne ucu kadar olan deliklerden bile girer, evlerde dolaşır. Bu yüzden obur masallarını dinleyen çocuklar çok korkar, hele mezarlıkların yanından geçemezlerdi. Onun için umacı şekline sokulan obur, çocukları korkutmak bakımından başvurulan vasıta haline getirilmiştir.  Uyumayan çocuğa- Obur gelecek! Derlerdi.
 
5.4.7.TEKERLEME:

Rize halk şiirin de tekerlemeye de  yer verilir. Bu konuda karısını Tarı vapuruna bindiren bir kocanın İstanbul'daki akrabasına yazdığı şu tekerleme örnek olarak gösterilebilir:

Tarı suyadur,                                
Fadimem ondadır,
Kabaklar baş altınadır,
Eşyası ambardadır,
Belet kaptanadur,
Fadimeyi alasun
(2).

5.4.8.ÖZ SÖZLER YA DA ÖZLÜ SÖZLER:

Hayat boyunca yaşanan deneyimlerin kısa ve güzel biçimde anlatımıdır. Bunlar aynı zamanda yol gösterici niteliktedir. Rize halk kültüründen bir özlü söz örneği verelim 
Ev adamı ne kadar kötü olsa yine evini bilir. El adamı ne kadar iyi olsa yine yabancıdır; kendi evini bilir.

5.4.9.HİKAYE: 

Rize halk kültüründe;  insanlarla ve hayvanlarla ilgili olmak üzere iki türlü hikâye vardır. İnsan hayatını kapsayan hikâyelerde çeşitli konular ele  alınır.
Örnek  olarak;  bir  horon  hikâyesini  verelim.  Horon  uzun  süre  oynanan  bir  oyundur;  onun için  başlayan,  kolay kolay oyundan çıkmaz. Bu özelliği konu olan hikâye şöyle:

Karnı acıkan çocuk,horon oynamakta o annesinin yanına gelir, dolabın anahtarını ister.Kadın horondan ayrılmadan,oyunun havasına uygun biçimde şöyle der : 
- Al gerimden, gerimden.                                                                           
Çocuk annesinin belinden anahtarı alır,eve gelir,dolabı açar,istediklerini aldıktan  sonra kapatır,annesinin yanına döner,anahtarı nereye koyacağını sorar. Yine horonda olan kadın, oyunu bozmadan aynı hava içinde,şöyle karşılık verir:         
Koy yerine, yerine. Gene eski yerine. 
   
Uzun kış gecelerinin başlıca eğlencesi hikâye,masal,efsane,obur hikâyeleri ve mesel anlatmaktadır. Ocakta, kazanda mısır, külde yer elma pişirilirken bir yandan da hikâyelerle eğlenilir. Genelde yaşlılar söyler, gençler ve çocuklar dinler. Anlatılanlar da hayvan hikâyeleri geniş yer tutar.

Bir örnek;   
Horoza sormuşlar,
- Sabahleyin niçin erken erken öter de milleti rahatsız edersin? 
Horoz şöyle karşılık vermiş:
- Ötüyorum ki gelin uyansın, kalksın, işe başlasın.
Konuşmanın arkası şöyle:                                          
Horoz
 -Ha, o benim işim değil. Ben öterim, gelini uyandırırım. Gelin ister kalkar, ister kalkmaz ona karışmam.

 5.4.10.MESEL BİLMECE :

Kış gecelerinin bir eğlencesi de  mesel söylemektir. Mesel kelimesi, Halk Edebiyatı'ndaki  bilmecenin karşılığı olarak kullanılır. Mesel hem bir eğlence hem de fikri çalışma, alıştırma vasıtasıdır.Meselde iki kişi vardır. Biri mesel söyleyen. Mesel söyleyen bir varlığı tanımlar, karşısında bulunan ikinci kişi de anlatılan varlığın adını söyler. 

Mesel söylemede konuşmaya,                  
"Bir mesel söyle bakalım," diye başlanır.
Birinci kişi şu üçlüyle başlar:        
"Mesel mesel metettum,
İki sıçan et ettum,
Dışune davet ettum."
Ardından mesel söylenir.

Rize halk kültüründe mesel sayısı sınırsızdır. Burada sadece bir örnek vermekle yetineceğiz. Örnek mesel şöyle: 
- Dağdan gelir
hora hora, Ayağına zilli tura.

Birinci kişi bir varlığı böyle tanımlamaktadır; sözünü bitirince ikinci kişiye sorar:                                                                                                                 
- Söyle bakalım nedir?    
İkinci kişi cevap verirse ikinci mesele geçilir. Olmazsa
- Bilemedim,der. Bunun üzerine ikisi arasında pazarlık başlar:

1. kişi: Ne veriyorsun, söyleyeyim?
2. kişi: Bizim ırmağı vereyim.
1. kişi: Irmak nedir ki?
2. kişi: Hadi dereyi de vereyim.
1. kişi: Olmaz.
2. kişi: Hadi dünyadaki bütün dereler senin olsun.

Pazarlık ciddî bir havaya büründürülerek sürüp gider. İkinci kişi vaat ettiği mallar kendisine aitmiş ve gerçekten verecekmiş gibi davranır. Birinci kişi de karşılıkları söylerken alma havası içinde görünür.
Sonunda teklifi kabul ederse,
- Peki söyleyeyim der, arkasından yukarıdaki tanımlanan varlığı söyler. 
- Arı. 

Basit bir soru cevaplandırılamadığı için ocak başında, soba etrafında oturanlar, mesel söyleyenler ve dinleyenler gülüşürler. Sonra başka mesel ya da hikâyeye geçilir. Böylece gece yarılarına kadar eğlenilir. 

Rize ye has  bilmeceler
    1) Ağızı haho, deliği vizo, zaçada ziço, zaçada ziço (Küp )
2) Alaca bulaca, çıkar ağaca (Fasulye )
3) Altı kül, üstü kül, içine bir sarı gül Pilekide( Mısır Ekmeği )
4) Alttan yer, Ustten çıkarur (Rende )
5) Altı çeğnem, usti çeğnem, içinde bir garip nenem( Ekmek )
6) Babası eğri büğrü, annesi yavan kadın, kızı güzeller güzeli, oğlu   sohbetlerde gezer. Asma, Yaprak, Üzüm,( Şarap )
7) Başı tarak, kuyruğu orak (Horoz )
8) Ben giderum o gider, Pare kadar iz eder (Değnek )
9) Bir duvara, iki tekne ( Kulak) 
10) Bir Bayırda iki kenef (Burun )
11) Bir kara kocakari, etekleri yukari (Zincir )
12) Bi etek yumurta, sabahleyin baktum, bi dane yok (Yıldız )
13) Bir vururum bin döker (Elek )
14) Bir kara koca karı, belinde şal kuşağı, hiç yakışmamış ona, almış bekar uşağı (Tabanca )
15) Burdan vurdum kilici, karşıdan çıktı uci (Mermi )
16) Çozun beni ipumden, vereyum size yukumden (Yayık )
17) Dedem aruk, başu saruk (Rokopoli )
18) Dört yaşına, dert başına( İskemle )
19) Elde konuşur, yere konunca susar( Kalem )
20) Evun ustunda kırk atli, Kırkıda kara kapakli (Çivi )
21) Ey hanesi, hanesi, kızlarun meyhanesi, topuğundan su çikar, ağzından da tanesi (Değirmen )
22) Fırunda pişer, avluya işer (Kiremit )
23) Ğopi ğopi, altun topi (Portakal )
24) İki direk bir nayla (Tavuk )
25) Kara kuzgun, sapi uzun, hem sizun var, hem bizum (Tava )
26) Kendi demirden kuyruğu kendirden( Çuvaldız )
27) Kitledum sanduğu, puşkulleri dişari( Göz )
28) Kuyinun içine suyi, suyinin içine ilan, ilanun ağzına mercan (Şişeli Lamba )
29) Nenemun etekleri, süpürür hendekleri (Rüzgar )
30) Sari sari sanduri, dori dori donduri, kırmızı pependeru Sandık, dolap, (ateş )
31) Saridur sarkar, düşeceğum diye korkar.( Ayva )
32) Supurdum odayı, otukodum babayı (Soba )
33) Ucar ucar, beyaz sıcar (Kar )
34) Uzun uzun ip kider,dibina da kup kider (Kabak )
35) Uzun uzun uzatırlar, gelin gibi donatırlar, uzun yola yollatırlar (Cenaze )
36) Üstü çimen biçilur, altı pinar içilur (Koyun )
37) Vili vili, dibi tuyli (Muşmula )
38) Yazı yazar imam değil, ağaca cıkar insan deyil  (Kohlidi,Salyangoz )
39) Yer altında, dedemun sakalıdur (Pırasa )
40) Yerden biter bi foli, belindedur piştofi (Mısır)


hayde  Rize’ye
Ana  Sayfasına 
dönmek için aşağıdaki linki tıklayın